Sakın Terk-i Edebden
Nâbî
Sakın terk-i edebden kûy-ı Mahbûb-i Hudâ’dır bu
Nazargâh-i ilâhidir, Makam-ı Mustafâ’dır bu
Sakın edebi terk etme.
Felekde mâh-i nev, Bâbüsselâm’ın sîne-çâkıdır
Bunun kandili Cevzâ, matla’-i ziyâdır
Habib-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette
Tefevvuk-kerde-i Arş-ı Cenâb-ı Kibriyâ’dır bu.
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil
Amâdan açdı mevcûdât düş ceşmin tûtiyâdır bu.
Muraât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı Kudsiyandır cilvegâh-ı enbiyâdır bu Ey Nâbî
Açıklaması
(Burası Allah’ın sevgilisinin beldesidir.
Cenâb-ı Hakk’ın nazar buyurduğu, Hz. MuhammedMustafâ (s.a.v)’nın makamı,
Ravza-i Nebî’dir
Bu Gökteki yeni ay, Bâbüsselâm kapısının yüreği yanık aşığıdır.
Ayın kandili Cevzâ yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır.
Burası, Allah (c.c)’ın sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin
bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenâb-ı Hakk’ın izniyle onun
arşınaçıkartılmıştır.
Bu toprağın ziyâsından, yokluğun karanlıkları ortadan kalktı. Bütün
yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı, çünkü bu toprak, gözlere şifa veren
sürmedir.
Bu dergaha edep ölçülerini gözeterek gir; çünkü burası meleklerin tavaf
ettiği ve Peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir.)
Yazılış Hikayesi
Osmanlı Divan şairlerimizden 17. asırda
yaşamıştır. Aslen Urfalıdır. Peygamberler şehri Urfa’nın manevi ikliminde iyi
bir eğitim alan Nâbî, çocukluk ve ilk gençlik yıllarından sonra İstanbul’a
göçmüştür. Tasavvuf terbiyesi de görmüş olan Peygamber âşığı Nâbî, padişah IV.
Mehmed döneminde Hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanıyla birlikte yola
çıkar. Kafile Medine-i
Münevvereye yaklaşmıştır. Vakit gecedir. Rasulüllah (s.a.v) Efendimiz’e bir an
önce ulaşma özlemiyle Nâbî’nin gözüne uyku girmemiştir. Fakat kafiledeki bir
devlet adamı, hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış, uyumaktadır.
Hz.Peygamber (s.a.v)’in beldesinde, edebe aykırı böyle bir gaflet hâlini bir
türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nâbî, içinden gelen bir ilhamla yandaki
kasideyi söyler :
Nâbî bu şiiri yolda yazar. Kafile şafak
vakti Medine-i Münevvere’ye girmektedir. Ravza-i Mutahhara’ınn minarelerinden
sabah ezanı okunmaktadır. Müezzin, ezanın ardından Türkçe bir kaside okumaya
başlar.Nâbî, dikkat eder, okunan kendi şiiridir. Hemen minarenin kapısına
koşar.Müezzine; Allah aşkına, okuduğun bu kasideyi nerden öğrendin, der.
Müezzin şöyle cevap verir: Bu gece rüyamda
Efendimiz (s.a.v)’i gördüm, bana dedi ki: Ümmetimden Nâbî adında bir şair,
benim hakkımda şu kasideyi yazdı, hoşuma gittiği için bunu okumanı arzu
ediyorum. Ben de rüyamda Efendimizden öğrendiğim beyitleri aynen okudum. Nâbî,
sevincinden oracığa bayılıp düşer. O, bu iltifata, Rasulüllah Efendimiz’e
duyduğu edep ve muhabbetten dolayı nâil olmuştur. Hz.Mevlânâ’ya göre edep,
insanın bedenindeki ruhtur, enbiyâ ve evliyânın göz ve gönül nurudur, şeytanın
katilidir, insanla hayvanı birbirinden ayıran en önemli vasıftır. Edep bir tac
imiş nûr-i Hüdâdan Giy ol tâcı, emin ol her belâdan Allah ve Rasulüne yükselen
merdivenin basamakları, ancak edeple çıkılır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder