11 Nisan 2020 Cumartesi
Bu sekiz şeydir belâ-yı ehl-i dünyâ bil,
yakîn; Hırs u Şehvet, Fahr u Ziynet, Lu'b u Gaflet, Kibr ü Kîn
George Orwell
Önemli olan yaşamak değildir, başarmak hiç değildir. Önemli olan insan kalmayı bilmektir.
Cemil Meric (Bu Ülke)
"Olgunlaşmak; kalbin daha hassas, kanın daha sıcak, zekânın daha işlek, ruhun daha huzurlu olması demek.
Ey Âişe! bütün duaların mânâlarını içeren cümleler ile dua ederek şöyle de:
Ey Allahım! Ben senden hayrın tamamını, hâzırını, geleceğini, bildiğimi ve bilmediğimi talep ederim. Şerrin bütününden, hâzırından ve geleceğinden, bildiğimden ve bilmediğimden sana sığınırım. Senden cennet ve cennete yaklaştırıcı, söz ve hareketleri isterim. Ateşten, ateşe yaklaştırıcı söz ve hareketlerden de sana sığınırım. Senin kulun ve rasûlün Muhammed`in senden istediği hayrı senden istiyorum. Kulun ve rasûlün Muhammed her neden sana sığınmışsa ben de aynı şeyin şerrinden sana sığınırım. Senden isteğim, bana herhangi bir işi takdir buyurduğun zaman onun neticesini doğrulukla sona erdirmendir. Ey rahmet edenlerin en fazla rahmet edeni! Bütün bunları rahmetinden talep ederim!
Victor Hugo
Paris'te bir adam öldürülse bu bir cinayettir. Ama Doğu'da veya Afrika'da binlercesi boğazlanırsa, bu sadece bir meseledir.
Nurettin Topçu
İnsanın esareti benzeri görülmemiş bir hâl almıştır bugün. Ruh öylesine inkâr edilmiş ki, iniltisi bile artık duyulmuyor.
Ahmed Avni Konuk
Sû-i zanna mübtelâ olan kimseyi iknâ için söz söylemek ve deliller getirmek deliliktir. Zîrâ o kimse ahmaktır. Ahmak'ın cevâbı sükûttur.
Oğuz Atay
"Umursadığınız insan sizi hayal kırıklığına uğrattığında, insanları önemsemekten vazgeçip yalnızlığı seçiyorsunuz
Nisa 125
İyilik yapan (bir insan) olarak, (tam bir hulus ile) kendisini Allaha teslim eden, İbrahim'in Allâhı bir tanıyıcı dînine tâbi' olan kimseden daha güzel dinli kimdir? Allah İbrahim'i bir dost edinmişdir.
Hasan Basri Cantay meali
Hasan Basri Cantay meali
İmam Zeynülâbidîn Ali ibn Hüseyin Hazretlerinin duasindan bir miktar
Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla Allahım! Hırsın azgınlığından, gazap ve öfkenin haddini aşmasından, hasedin galebe çalmasından, sabrın zaafa uğramasından, kanaatin azlığından, ahlâkın bozulmasından, şehvetin azdırmasından, bağnazlıktan, hevaya uyup Hüda’ya muhalefet etmekten, gaflet uykusundan, külfet altında ezilmekten, bâtılı hakka tercih etmekten, günahta ısrardan, kulluğu az fakat ma’siyeti çok olmaktan, zenginlerin böbürlenmesinden, fakirleri hor ve hakîr görmekten, yanımızda bulunanlara sû-i muâmelede bulunmaktan ve ehl-i ma’rûf olan güzel ahlâklı insanlara teşekkürü terk etmekten Sana sığınıyoruz. Derdest edilip hizlana uğramaktan, hakkımız olmayanı yemekten ve bilmediğimiz bir konuda kelâm etmekten de yine Sana iltica ediyoruz.
DUA
اللهم امييييييييييين يارب العالميناللهم اكرمنا بمرافقة النبي صلي الله عليه وعلي اله وصحبه وسلم علي حوضه الشريف اللهم لا تحرمنا هذا الشرف العظيم يااكرم الاكرمين ياالله
Yahya Kemal Beyatlı
DÜŞÜNCE Ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı, Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı? İnsanlar anlaşıldı. Cihânın da sırrı yok, Kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok En tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma. Dalsın yakında gözlerim artık son uykuma! "Yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur "Yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur. Gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını, Bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını. Hulyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var? Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhûde sonbahar! Ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi, Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.
Muhammed Es’ad Erbîlî (k.s.)
Senin aşkınla mecnûnum ve lâkin iştihârım yok
Demâdem dâğ-ı hasretle figandan başka kârım yok
Metâ-ı lütfunu almak için sermâyesiz geldim
O dürlü bir tehî-destim ki hattâ ihtiyârım yok
Ne ilm ü ma’rifet verdin ne câh u menkıbet
yâ Rabb Bi-hamdillâh ki bir zerre medâr-ı iftihârım yok
Benî nev’-i beşer resminde ancak bir heyûlâ var
Cihanda kâm alırdım ben olaydı ger o vârım yok
Ne dârım var benim Es’ad ne de meyl-i diyârım var
Cemâl-i yârdan başka diğer bir intizârım yok
Demâdem dâğ-ı hasretle figandan başka kârım yok
Metâ-ı lütfunu almak için sermâyesiz geldim
O dürlü bir tehî-destim ki hattâ ihtiyârım yok
Ne ilm ü ma’rifet verdin ne câh u menkıbet
yâ Rabb Bi-hamdillâh ki bir zerre medâr-ı iftihârım yok
Benî nev’-i beşer resminde ancak bir heyûlâ var
Cihanda kâm alırdım ben olaydı ger o vârım yok
Ne dârım var benim Es’ad ne de meyl-i diyârım var
Cemâl-i yârdan başka diğer bir intizârım yok
ozdemir asaf
Önce buyuk buyuk dusundum sonra buyuk buyuk yasadim ne varsa onlar aldi şimdi bana kucuk bir olum kaldi
A. Karakoç
Gerçeğin hayâlden en bariz farkı Uzağa atarsın, yakına düşer.
Öyle günler, öyle simalar var ki Unutmak istersin, aklına düşer.
Öyle günler, öyle simalar var ki Unutmak istersin, aklına düşer.
Ali İmran Suresi 92.Ayeti Kerime
Siz, sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş (birr-ü taat etmiş) olmazsınız. Her ne infak ederseniz sübhesiz Allah onu bilicidir. Hasan Basri Cantay meali...
HZ MEVLANA MESNEVİ 1. CİLT
KİMDEN KAÇACAĞIZ, KENDİMİZDEN Mİ? NE KADAR MUHAL!
KİMDEN KOPACAĞIZ, HAK'TAN MI? NE KADAR VEBAL.
964. BEYİT
KİMDEN KOPACAĞIZ, HAK'TAN MI? NE KADAR VEBAL.
964. BEYİT
HZ MEVLANA MESNEVİ 1. CİLT
Hatırlayın ki Rabbiniz (size) şunu bildirmişdi: — Andolsun, şükrederseniz elbette sizi (n nimetinizi) artırırım. Andolsun, nankörlük ederseniz hiç şübhesiz benim azabım cidden çetindir.
İbrahim Sûresi 7. AYETİ KERİME
933. BEYİT
933) 7. Ayet
İbrahim Sûresi 7. AYETİ KERİME
933. BEYİT
933) 7. Ayet
HZ MEVLANA MESNEVİ 1. CİLT
İNSAN HİLELİDİR. ÇARE BULMAYA ÇALIŞIR.
HALBUKİ HİLESİ KENDİSİNE TUZAK OLUR.
912. BEYİT
HALBUKİ HİLESİ KENDİSİNE TUZAK OLUR.
912. BEYİT
HZ MEVLANA MESNEVİ 1. CİLT
SAKINMAKTA FİTNE ÇIKARMAK VE ŞER KARIŞTIRMAK VARDIR
GİT TEVEKKÜL ETKİ EN İYİSİ MÜTEVEKKİL OLMAKTIR
903. BEYİT
GİT TEVEKKÜL ETKİ EN İYİSİ MÜTEVEKKİL OLMAKTIR
903. BEYİT
HZ MEVLANA MESNEVİ 1. CİLT
KENDİNDE GAM VE KEDER GÖRÜNCE İSTİĞFAR ET
ÇÜNKÜ GAM VE KEDER HALIK TEALANIN EMRİYLE MÜESSERDİR.
833. BEYİT
ÇÜNKÜ GAM VE KEDER HALIK TEALANIN EMRİYLE MÜESSERDİR.
833. BEYİT
9 Nisan 2020 Perşembe
BİR KISSA
Bizim köylerde bir kıssa anlatılır. İhtiyar adamın biri Yassı Pınar’ın başında oturmuş istirahat ediyormuş. Atını da kenara bağlamış.
Birden sazlıkların arasından bir genç çıkıvermiş ve atı çözüp yularından tutmuş. Demiş ki:
-İhtiyar ben senin bu atını alacağım. Bunun ceremesini en geç ne zaman öderim.
İhtiyar “en geç kırk yıl içinde ödersin” demiş.
Genç kırk yıl çok uzun zaman, ben atını alıyorum, deyip bir sıçrayışta ata binip mahmuzlamış.
İhtiyar çaresiz, kalkıp köye (Kerküt köyüne) doğru yürümüş. İncirli Pınar’ın oraya geldiğinde –iki pınarın arası normal yürüyüşle 20 -25 dakikadır- bakmış ki atı oralarda yayılıyor. ‘Allah Allah ne oldu ki delikanlıya, niye bıraktı atı acaba’ derken bakmış bir inilti.
Varmış bakmış o delikanlı hendeğin içinde kan revan içinde inliyor. At onu üzerinden atmış tekmeleyip bırakmış..
İhtiyar, “ne oldu evladım” deyince delikanlı ”İhtiyar, bilmem neyimi ne yaptın ihtiyar. Hani 40 yıl sonra çıkacaktı ceremesi!” deyince ihtiyar:
Oğlum ben senin yaptığın için söyledim. Babanın ne halt ettiğini nereden bilirdim ki? demiş.
Zünnûn-ı Mısrî (k.s.)
"Bir
kimse nefsini feda ederek Allahu Teâlâ'ya yakınlık kazanırsa, Allah onu nefsin
saldırısından
korur."
Mevlânâ Câlaleddini Rumi. (k.s.)
"Altı
yerde dünya sözü ile meşgul olmak otuz senelik makbul ibadeti bâtıl eder;
Mescidde,
İlim meclisinde, Cenaze merasiminde, Mezarlıkta, Ezan vaktinde, Kur'ân
okunurken"
Abülkâdir Geylâni (k.s.)
"Şükrün
hakikati odur ki nimeti veren itiraf edile, kalben biline, söz ile de
söylene."
Albert Dürer'in elleri
On beşinci yüzyılın başlarında, Nürnberg yakınlarında oldukça
fakir bir aile yaşardı. On sekiz çocuklu ailenin reisi oldukça mütevazı
kazancını çocuklarına yetirmek için günde on sekiz saate yakın çalışırdı.
Gerektiğinde konu komşudan yardım da gelirdi.
On sekiz kardeşten ikisi, Albrecht ve Albert, bu umutsuz durumlarına rağmen, kalplerinde gizliden gizliye bir hayali büyütürlerdi. Her ikisi de usta bir ressam olmak istiyordu; ama babalarının kendilerini şehirdeki sanat akademisine gönderemeyeceğini gayet iyi biliyorlardı.
Günler, geceler süren tartışmalardan sonra iki kardeş ortak bir karar aldılar. Yazı tura atmaya karar verdiler. Yazı turada kaybeden maden ocağında çalışacak, kazandığı ile kazanan kardeşinin sanat akademisindeki masraflarını karşılayacaktı. Sonra da kazanan kardeş, dört yıl sonra mezun olduğunda, ya resimlerini satarak ya da gerekirse madende çalışarak diğer kardeşi okutacaktı.
Bir sabah fısıltılı dualar eşliğinde yazı tura attılar. Yazı turayı Albrecht kazandı ve Nürnberg'deki sanat akademisinin yolunu tuttu.
Albert ise maden ocağının yolunu tuttu. Dört yıl boyunca kardeşine para gönderdi.
Albrecht'in karakalem ve yağlıboya resimleri akademide hemen herkeste hayranlık uyandırmıştı. Öyle ki daha mezun olmadan hatırı sayılır paralar kazandı.
Genç sanatçı mezun olup köyüne döndüğünde, kalabalık ailesi evlerinin verandasında yemekteydi. Uzun sohbetlerin ardından, Albrecht ayağa kalktı, kardeşi Albert'in elinden tutup kendisine yaptığı eşsiz iyiliği anlattı.
Albrecht, Albert sayesinde hayallerini gerçekleştirmişti. Sonra sözlerini şöyle tamamladı:
''Ve şimdi, benim fedakâr kardeşim Albert, sıra senin. Şimdi Nürnberg'e gidip hayallerini gerçekleştirebilirsin. Masraflarını ben karşılayacağım."
Herkesin gözü Albert'e döndü. Albert, oldukça solgun yüzünü yıkayan gözyaşlarını gizlemeye gerek görmeden, başını "hayır, hayır!" anlamında sağa sola sallıyordu. Albert, sonunda kalktı ve gözyaşlarını sildi. Kardeşlerinin, anne babasının yüzlerinde gezdirdi gözlerini. İki elini de sağ yanağına yapıştırıp yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya başladı:
"Hayır, kardeşim. Nürnberg'e gidemem. Benim için artık çok geç. Dört yıllık maden işçiliği ellerime neler yapmadı ki! Her parmağım en az bir kere ezilip kırıldı. Son zamanlarda, sağ elimde dayanılmaz romatizma ağrıları da başladı. Bir bardağı bile zor tutuyorum. Nasıl olur da karakalem, yağlıboya çalışırım ki?.. Parmaklarım fırça tutacak inceliği çoktan kaybetti. Hayır, kardeşim, hayır... Benim için artık çok geç."
Bu buruk konuşmanın üzerinden 450 yıldan uzun bir süre geçti. Bugüne kadar Albrecht Dürer'in yüzlerce portresinin yanı sıra karakalem, suluboya, yağlıboya resimleri dünyanın sayılı müzelerinin duvarlarını süsledi. Fakat bunlar içinde hiçbiri Albrecht Dürer'in o günkü yemekten sonra yaptığı karakalem çalışması kadar ünlü olmadı. Bugün yeryüzünde birçok çalışma masasının üzerini süsleyen, birçok duvarda asılı duran bu resim Dürer'le eşleştirildi; hatta Dürer'den daha çok bilinir oldu.
Albrecht Dürer, kardeşi Albert'in kendisi için gösterdiği feragati resmetmeye niyetlendi. Kardeşinin maden ocağında çalışmaktan eğri büğrü olmuş parmaklarını ve kırış kırış avuçlarını bütün detaylarıyla çizdi. Resimde Albert'in ince parmakları göğe doğru yönelmişti. Avuçların içi sanki gökten bir yağmur bekliyormuşçasına açıktı. Dürer, bu çalışmasına basitçe "Eller" adını verdi. Fakat insanlar, böylesine açık avuçlara ve göğe yönelmiş parmaklara her kalbin içini ısıtan bir sırrı doldurdular.
Bozuk para yere düştüğünde, Albrecht'in sanatçı olma duası, Albert'in de bir sanatçının en ünlü eserine model olma duası kabul edilmişti. Dürer'in "Eller"i, böylece, "Dua Eden Eller" olarak anıldı.
On sekiz kardeşten ikisi, Albrecht ve Albert, bu umutsuz durumlarına rağmen, kalplerinde gizliden gizliye bir hayali büyütürlerdi. Her ikisi de usta bir ressam olmak istiyordu; ama babalarının kendilerini şehirdeki sanat akademisine gönderemeyeceğini gayet iyi biliyorlardı.
Günler, geceler süren tartışmalardan sonra iki kardeş ortak bir karar aldılar. Yazı tura atmaya karar verdiler. Yazı turada kaybeden maden ocağında çalışacak, kazandığı ile kazanan kardeşinin sanat akademisindeki masraflarını karşılayacaktı. Sonra da kazanan kardeş, dört yıl sonra mezun olduğunda, ya resimlerini satarak ya da gerekirse madende çalışarak diğer kardeşi okutacaktı.
Bir sabah fısıltılı dualar eşliğinde yazı tura attılar. Yazı turayı Albrecht kazandı ve Nürnberg'deki sanat akademisinin yolunu tuttu.
Albert ise maden ocağının yolunu tuttu. Dört yıl boyunca kardeşine para gönderdi.
Albrecht'in karakalem ve yağlıboya resimleri akademide hemen herkeste hayranlık uyandırmıştı. Öyle ki daha mezun olmadan hatırı sayılır paralar kazandı.
Genç sanatçı mezun olup köyüne döndüğünde, kalabalık ailesi evlerinin verandasında yemekteydi. Uzun sohbetlerin ardından, Albrecht ayağa kalktı, kardeşi Albert'in elinden tutup kendisine yaptığı eşsiz iyiliği anlattı.
Albrecht, Albert sayesinde hayallerini gerçekleştirmişti. Sonra sözlerini şöyle tamamladı:
''Ve şimdi, benim fedakâr kardeşim Albert, sıra senin. Şimdi Nürnberg'e gidip hayallerini gerçekleştirebilirsin. Masraflarını ben karşılayacağım."
Herkesin gözü Albert'e döndü. Albert, oldukça solgun yüzünü yıkayan gözyaşlarını gizlemeye gerek görmeden, başını "hayır, hayır!" anlamında sağa sola sallıyordu. Albert, sonunda kalktı ve gözyaşlarını sildi. Kardeşlerinin, anne babasının yüzlerinde gezdirdi gözlerini. İki elini de sağ yanağına yapıştırıp yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya başladı:
"Hayır, kardeşim. Nürnberg'e gidemem. Benim için artık çok geç. Dört yıllık maden işçiliği ellerime neler yapmadı ki! Her parmağım en az bir kere ezilip kırıldı. Son zamanlarda, sağ elimde dayanılmaz romatizma ağrıları da başladı. Bir bardağı bile zor tutuyorum. Nasıl olur da karakalem, yağlıboya çalışırım ki?.. Parmaklarım fırça tutacak inceliği çoktan kaybetti. Hayır, kardeşim, hayır... Benim için artık çok geç."
Bu buruk konuşmanın üzerinden 450 yıldan uzun bir süre geçti. Bugüne kadar Albrecht Dürer'in yüzlerce portresinin yanı sıra karakalem, suluboya, yağlıboya resimleri dünyanın sayılı müzelerinin duvarlarını süsledi. Fakat bunlar içinde hiçbiri Albrecht Dürer'in o günkü yemekten sonra yaptığı karakalem çalışması kadar ünlü olmadı. Bugün yeryüzünde birçok çalışma masasının üzerini süsleyen, birçok duvarda asılı duran bu resim Dürer'le eşleştirildi; hatta Dürer'den daha çok bilinir oldu.
Albrecht Dürer, kardeşi Albert'in kendisi için gösterdiği feragati resmetmeye niyetlendi. Kardeşinin maden ocağında çalışmaktan eğri büğrü olmuş parmaklarını ve kırış kırış avuçlarını bütün detaylarıyla çizdi. Resimde Albert'in ince parmakları göğe doğru yönelmişti. Avuçların içi sanki gökten bir yağmur bekliyormuşçasına açıktı. Dürer, bu çalışmasına basitçe "Eller" adını verdi. Fakat insanlar, böylesine açık avuçlara ve göğe yönelmiş parmaklara her kalbin içini ısıtan bir sırrı doldurdular.
Bozuk para yere düştüğünde, Albrecht'in sanatçı olma duası, Albert'in de bir sanatçının en ünlü eserine model olma duası kabul edilmişti. Dürer'in "Eller"i, böylece, "Dua Eden Eller" olarak anıldı.
4 Nisan 2020 Cumartesi
Ali İmran Suresi 92.Ayeti Kerime
Siz, sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş (birr-ü taat etmiş) olmazsınız. Her ne infak ederseniz sübhesiz Allah onu bilicidir. Hasan Basri Cantay meali...
ŞİFA-I ŞERİF'İN
İslâm Dünyasındaki Yeri: eş-Şifâ yazıldığı tarihten itibaren İslâm dünyasında büyük ilgi görmüş; üzerinde şerh, haşiye, ihtisar ve tercüme şeklinde pek çok çalışma yapılmış; medreselerde öğrencilere, camilerde halka okutulmuştur. Özellikle Kuzey Afrika ülkelerinde düşman tehlikesine ve hastalıklara karşı okunması gelenek hâlini almış, Muhammed b. Ca’fer el-Kettânî’nin belirttiğine göre amansız hastalıklardan ve âfetlerden korunmak için evlerde eş-Şifâ bulundurulmuştur. Bu âdetin diğer İslâm ülkelerinde de mevcut olup meselâ Sultan Abdülhamid’in sürgünde bulunduğu günlerde Çanakkale savaşlarında zafer kazanılması için eş-Şifâokuduğu kaydedilmektedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki pek çok belgede kaydedildiği üzere Osmanlı ülkesinde Şifâ-i Şerif adıyla bilinen esere hem devlet hem halk tarafından büyük ilgi gösterilmiş, Şifâhan(Şifâ-i Şerif mukarriri) adıyla müderrisler tayin edilmiş, ayrıca devletin ve vakıfların desteğiyle “asâkir-i şâhâne’nin ve donanma-yı hümâyun”un selâmeti için Ravza-i Mutahhara başta olmak üzere Bâb-ı Seraskerî, Bâb-ı Fetva, Fâtih Camii, Kastamonu Nasrullah Paşa Camii, Tarsus Nur Camii gibi pek çok camide Şifâ-i Şerifokunup hatimler yapılmıştır.
Bilge kral Aliya İzzetbegoviç
Ve her şey bitecek. Sende öleceksin. Bu dünyada ölecek. Bu yüzden, başını hep dik tut.
3 Nisan 2020 Cuma
Ahmed-er Rufai(k.s
Kalbini
Zikir ile, kalıbını da fikirle tamir edip güzelleştir. Gayen su üstünde
yürümek, havada uçmak olmasın. Bunları balıklar ve kuşlar da yapıyor. Himmet
kanatlarıyla sonsuzluklara uçabiliyor musun ? Sen ona bak...
Abdulkadir Geylani (k.s)
Hiçbir söz
amelsiz
ve ihlassız
kabul edilmez.
Kainatın
Efendisinin (s.a.v)
yolu
İHLAS’tan ibarettir
ŞAH-I NAKŞİBEND (KS) NASİHATLER
Bahâüddîn
Nakşibend -kuddise sirruh- (d.
1318, v. 1389)
Bizim yolumuz, Allah Teâlâ'nın gösterdiği kurtuluş yoludur. Çünkü bu yol, sünnete uymak ve ashâb-ı kirama tabî olmaktır. Bu sebeple yolumuzda az zamanda çok kazanç elde edilir.
Yolumuz, sohbet ve muhabbet yoludur. Sahabe-i kiramın yolunun sohbet olduğu gibi... Hayır ve bereket, beraberliktedir; beraberlik de sohbetle olur. Yalnızlığa (inzivaya) çekilmekte şöhret tehlikesi de olabilir, şöhret ise âfettir.
Bizim yolumuzda olan kimselerin şu üç şeye dikkat etmesi gerekir:
Birincisi; Allah Teâlâ'ya karşı edebdir. Yâni zahiri ve bâtını ile tamamen kulluk içinde olmalı, Allah Teâlâ'nın bütün emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınmalı, Allah Teâlâ'dan başka her şeyi gönülden çıkarmalı ve nîmetleri Allah yolunda seferber etmelidir.
İkincisi; Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e karşı edebdir. Bu da; ibâdet, muamelât ve bütün davranışlarda O'na muhabbetle uymaktır.
Üçüncüsü; seni irşâd eden Hak dostuna karşı edebdir.
Yenilecek bir gıda, bir yiyecek, her ne olursa olsun gafletle, öfke ile veya istemeyerek hazırlanmış ve tedârik edilmişse, onda hayır ve bereket yoktur. Zîrâ ona nefs ve şeytan yol bulmuştur. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka feyiz ve huzurunu bozacak bir netice meydana gelir. Gaflete dalmadan yapılan ve Allah Teâlâ'yı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden hayır meydana gelir. İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede harama, şüpheli şeylere ve kul haklarına dikkat etmemeleridir. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşu ve huzur hâlinde bulunmak, zevkle ve gözyaşı dökerek namaz kılabilmek; helâl lokma yemeye ve yemeği Allah Teâlâ'yı hatırlayarak pişirip O'nun huzurunda imiş gibi yemeye bağlıdır. Vücûdu haram lokma ile beslenmiş olan bir kimse, namazdan bir neşve duyamaz.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in:
"Namaz, müminin miracıdır." (Süyûtî, şerhu İbn-i Mâce, I, 313) ifâdesinde hakîki namazın derecelerine işaret vardır. Namaza duran kimsenin, iftitâh tekbîrini söylerken, Allah Teâlâ'nın azametini, yüceliğini düşünerek, huşu ve huzur hâlinde olması gerekir. Öyle ki, bu hâlini istiğrak, yâni kendinden geçme hâline eriştirmelidir. Bu hâlin zirvesi, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'dedir.
"La ilahe illallah" kelimesini söylemenin hakikati, Allah Teâlâ'dan başka ne varsa hiçbirini kalbde put hâline getirmemektir. İslâm dîninin hükümlerini îfâ etmek, yâni emirleri yapıp yasaklardan sakınmak; haramları, şüpheli şeyleri, hattâ mubahların fazlasını terk etmek, ruhsatlardan uzak durmak, mubahları zaruret miktarınca kullanmak, tamamen nur ve safadır. Aynı zamanda evliyalık derecelerine kavuşturan bir vâsıtadır. Velayet derecelerine bunlarla ulaşılır. Uzak kalanların hepsi, bunlara dikkat etmediklerinden uzak kalırlar ve kendi arzularına uyarlar. Yoksa Cenâb-ı Hakk'ın feyzi her an gelmektedir.
Bizim yolumuz, Allah Teâlâ'nın gösterdiği kurtuluş yoludur. Çünkü bu yol, sünnete uymak ve ashâb-ı kirama tabî olmaktır. Bu sebeple yolumuzda az zamanda çok kazanç elde edilir.
Yolumuz, sohbet ve muhabbet yoludur. Sahabe-i kiramın yolunun sohbet olduğu gibi... Hayır ve bereket, beraberliktedir; beraberlik de sohbetle olur. Yalnızlığa (inzivaya) çekilmekte şöhret tehlikesi de olabilir, şöhret ise âfettir.
Bizim yolumuzda olan kimselerin şu üç şeye dikkat etmesi gerekir:
Birincisi; Allah Teâlâ'ya karşı edebdir. Yâni zahiri ve bâtını ile tamamen kulluk içinde olmalı, Allah Teâlâ'nın bütün emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınmalı, Allah Teâlâ'dan başka her şeyi gönülden çıkarmalı ve nîmetleri Allah yolunda seferber etmelidir.
İkincisi; Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e karşı edebdir. Bu da; ibâdet, muamelât ve bütün davranışlarda O'na muhabbetle uymaktır.
Üçüncüsü; seni irşâd eden Hak dostuna karşı edebdir.
Yenilecek bir gıda, bir yiyecek, her ne olursa olsun gafletle, öfke ile veya istemeyerek hazırlanmış ve tedârik edilmişse, onda hayır ve bereket yoktur. Zîrâ ona nefs ve şeytan yol bulmuştur. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka feyiz ve huzurunu bozacak bir netice meydana gelir. Gaflete dalmadan yapılan ve Allah Teâlâ'yı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden hayır meydana gelir. İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede harama, şüpheli şeylere ve kul haklarına dikkat etmemeleridir. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşu ve huzur hâlinde bulunmak, zevkle ve gözyaşı dökerek namaz kılabilmek; helâl lokma yemeye ve yemeği Allah Teâlâ'yı hatırlayarak pişirip O'nun huzurunda imiş gibi yemeye bağlıdır. Vücûdu haram lokma ile beslenmiş olan bir kimse, namazdan bir neşve duyamaz.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in:
"Namaz, müminin miracıdır." (Süyûtî, şerhu İbn-i Mâce, I, 313) ifâdesinde hakîki namazın derecelerine işaret vardır. Namaza duran kimsenin, iftitâh tekbîrini söylerken, Allah Teâlâ'nın azametini, yüceliğini düşünerek, huşu ve huzur hâlinde olması gerekir. Öyle ki, bu hâlini istiğrak, yâni kendinden geçme hâline eriştirmelidir. Bu hâlin zirvesi, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'dedir.
"La ilahe illallah" kelimesini söylemenin hakikati, Allah Teâlâ'dan başka ne varsa hiçbirini kalbde put hâline getirmemektir. İslâm dîninin hükümlerini îfâ etmek, yâni emirleri yapıp yasaklardan sakınmak; haramları, şüpheli şeyleri, hattâ mubahların fazlasını terk etmek, ruhsatlardan uzak durmak, mubahları zaruret miktarınca kullanmak, tamamen nur ve safadır. Aynı zamanda evliyalık derecelerine kavuşturan bir vâsıtadır. Velayet derecelerine bunlarla ulaşılır. Uzak kalanların hepsi, bunlara dikkat etmediklerinden uzak kalırlar ve kendi arzularına uyarlar. Yoksa Cenâb-ı Hakk'ın feyzi her an gelmektedir.
Allah’ın Mü’minlere Cennette Hazırladığı Nimetler / İmam Nevevi
Bu
bölümdeki dört ayet ve onyedi hadis-i şeriften,
Allah’ın
iman eden kulları için cennette hazırladığı
pınarları,
kalplerden kin ve öfkenin orada sökülüp
atılacağını,
yorgunluğun da orada olmayacağını,
korku
ve üzüntüsüz bir hayat olacağını, altın tepsi,
tabak
ve kadehlerle yiyecek ve içecekler ikram
edileceğini,
ebedi kalınacak cennetlerde her türlü
meyveden
yenebileceğini, ipek ve atlas elbiseler
içinde
karşılıklı sohbetler edileceğini ve iri gözlü
huriler
verileceğini, cenneti elde edebilmek için
insanların
dünyada orayı kazanmak için yarış
etmeleri
gerektiğini, cennette her türlü yeme
içmenin
olup, idrar ve dışkının olmadığını, oradaki
nimetlerin
hiçbir göz tarafından görülmediği, hiçbir
kulağın
duymadığı ve hiçbir insanın hatırından
geçiremediği
ve hayal edemediği nimetler
olduğunu,
tarakların altından olup her tarafın güzel
kokularla
donatıldığını, cennetteki en aşağı
seviyede
olan kimseye dünyanın on misli
büyüklüğünde
yer verileceğini, altmış mil
yüksekliğinde
inciden yapılma çadırlar olduğunu,
çok
büyük ağaçlar olup bir ucundan diğer ucuna
yüz
senede varılamayacağını, köşklerdeki
mü’minlerin
birbirlerini semadaki yıldızlar gibi
seyredeceğini,
esen rüzgarın bile orada insanların
güzelliklerine
güzellik katacağını ve cennette ölüm,
hastalık,
ihtiyarlık olmayacağını, keder ve sıkıntı
çekilmeyeceğini,
cennetteki tüm nimetlerin en
üstünü
olarak da Allah’ın razı olduğunu kullarına
bildireceğini,
şu anda gökteki ayı nasıl görüyorsak
orada
da Rabbimizi öylece göreceğimizi ve en
değerli
şeyin de bu olduğunu öğreneceğiz. [1]
“Muhakkak
ki, yolunu Allah ve kitabıyla bulanlar,
cennetlerde
ve ırmak başlarındadırlar. Esenlik ve
güvenlik
içerisinde girin oraya! diyerek
karşılanacaklar
orada. Gönüllerindeki kini, hasedi
kökünden
söküp attık onların; Onlar mutluluk
divanları
üzerinde, karşı karşıya oturmuş
kardeştirler.
O cennetlerde onlara, hiçbir yorgunluk
ve
bitkinlik erişmez ve oradan çıkarılacak da
değillerdir.”
(Hıcr: 15/45-48)
“O
gün Allah onlara: “Ey benim kullarım bugün ne
korkacaksınız,
ne de üzüleceksiniz!” diyecek. O
kullarım
ki, ayetlerime inanmışlar ve müslüman
olmuşlardır.
Ey kullarım! Siz ve mü’min eşleriniz
girin
cennete, orada ağırlanıp sevindirileceksiniz.
Orada
altın tepsiler ve kadehlerle onların etrafında
dolaşılır.
Orada canlarının çektiği, gözlerinin
hoşlandığı
herşey var. Ve sizler orada ebedi
kalacaksınız.
Dünyada yaptığınız doğru dürüst işler
sayesinde,
elde edeceğiniz cennet işte böyledir.
Size
orada pekçok meyveler de var, onlardan
yersiniz.”
(Zuhruf: 43/68-73)
“Buna
karşılık yollarını Allah ve kitabıyla bulanlar,
gerçekten
güvenilir bir konumdadırlar. Bahçeler ve
pınarlar
arasında, ince ve kalın ipekten elbiseler
giyerler
ve karşı karşıya otururlar. İşte böyle
olacak,
biz o mü’minleri siyah iri gözlü hurilerle de
evlendiririz.
Orada güven içinde canlarının çektiği
her
türlü meyveyi isteyip getirtirler. Ve orada ilk
ölümden
başka bir ölüm tatmayacaklar ve böylece
Allah
onları yakıcı ateşin azabından korumuş
olacaktır.
Bu Rabbinin bir lütfudur ve en büyük
zafer
de budur.” (Duhan: 44/51-57)
“Şüphesiz
ki erdem sahipleri ve iyi kişiler cennet
nimetleri
içindedirler. Koltuklara yaslanarak
seyrederler.
Onların yüzlerinde nimetin ve
mutluluğun
sevincini görürsün. Onlara ağızları
mühürlenmiş
yani bozulmama ve lezzetinin
kaçmaması
için vakumlanmış, sadece, içecek
kimsenin
yanında halis sarhoşluk vermeyen
şaraplardan
sunulur ve içirilir, dünyadaki içkilerin
tersine
bunların içiminden sonra etrafa kötü
kokular
değil, misk kokusu yayılır. Öyleyse bu
değerli
şeylere ulaşmak için can atanlar, yarışanlar
bu
nimetlerin bulunduğu cennete girmek için
yarışsınlar.
Ve bu şaraba tesnim pınarının suyu
karıştırılmıştır.
Bu su öyle bir kaynaktır ki, Allah’a
yakın
olma şerefine erişenler ondan içerler.”
(Mutaffifin:
83/22-28)
1884.
Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Cennetlikler
cennette yiyip içerler, ama büyük,
küçük
abdeste çıkmaz ve sümkürmezler. Sadece
hoş
kokulu bir geğirti ve ter çıkarırlar. İnsanın
kendiliğinden
nefes alması gibi, onlar da
kendiliklerinden
Cenâb–ı Hakk’ı ulûhiyyet
makamına
yakışmayan sıfatlardan tenzih eder,
tekbir
getirirler.”[2]
1885.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem
şöyle buyurdu:
“Allah
Teâlâ, ‘Ben sâlih kullarım için hiçbir gözün
görmediği,
hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir insanın
hatır
ve hayal edemediği nimetler hazırladım’
buyurdu.”
Ebû
Hüreyre, isterseniz şu âyeti okuyunuz, dedi:
“Mü’minlerin
yaptıkları ibadet ve iyiliklere karşılık
olarak
onlara ne mutluluklar saklandığını hiç kimse
bilemez”
(Secde: 32/17).[3]
1886.
Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den
rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi
ve
sellem şöyle buyurdu:
“Cennete
ilk girecek kimselerin yüzleri, dolunay
gibi
parlak olacak. Onların ardından gireceklerin
yüzleri,
gökyüzündeki en parlak yıldız gibi
aydınlık
olacak. Orada insanlar ne küçük ne büyük
abdest
bozarlar ve ne de tükürüp sümkürürler.
Onların
tarakları altındandır. Kokuları mis gibidir.
Buhurdanlıklarında
tüten hoş koku, cennetin hoş
kokulu
ağacındandır. Eşleri hûrilerdir.
Cennetliklerin
hepsi de babaları Âdem’in şeklinde
yaratılmış
olup boyları altmış arşındır.”[4]
Buhârî
ve Müslim’in diğer bir rivayetine göre
Resûl–i
Ekrem şöyle buyurdu:
“Onların
cennetteki kapları altındandır. Orada
terleri
mis gibi güzel kokacaktır. Orada her birine,
baldırının
iliği etinin üstünden görünecek kadar
güzel
ikişer kadın verilecektir. Onların kalpleri tek
bir
adamın kalbi gibi aynı duyguları taşıdığından,
aralarında
ne anlaşmazlık ne de çekişme meydana
gelecektir.
Akşam sabah Allah Teâlâ’yı
ulûhiyyetine
yakışmayan sıfatlardan tenzih
edeceklerdir.”[5]
1887.
Muğîre İbni Şu‘be radıyallahu anh’den
rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi
ve
sellem şöyle buyurdu:
“Mûsâ
sallallahu aleyhi ve sellem Rabbine:
–
Cennetliklerin en aşağı derecesi nedir? diye
sordu.
Allah Teâlâ da şöyle buyurdu:
–
O, cennetlikler cennete girdikten sonra çıkagelen
bir
adamın derecesi olup kendisine:
–
Cennete gir! denir.
–
Yâ Rabbî! Herkes yerine yerleşmiş ve alacağını
almışken
ben nereye gideceğim? der. Ona:
–
Sana dünya hükümdarlarından birinin mülkü
kadar
yer verilse razı olur musun? diye sorulur. O
da:
–
Razıyım yâ Rabbî! der. Bunun üzerine Allah
Teâlâ
ona:
–
İşte öyle bir mülk senindir. Bir o kadar daha, bir
o
kadar daha, bir o kadar daha, bir o kadar daha
buyurur.
Beşincisinde o adam:
–
Razı oldum yâ Rabbî! der. Allah Teâlâ ona:
–
İşte bu kadar şey hep senindir. Onun on misli de
senindir.
Bir de neyi arzu ediyorsan, gözün neden
hoşlanıyorsa
hepsi senindir, buyurunca adam:
–
Razı oldum yâ Rabbî! diyecek.
Daha
sonra Mûsâ aleyhisselâm :
–
Yâ Rabbî! Cennetliklerin en üstün derecesi nedir?
diye
sordu. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
–
Onlar benim seçtiğim kullardır. Onların kerâmet
fidanlarını
kudret elimle ben dikip mühür altına
aldım.
Onlara hazırladığım nimetleri ne bir göz
görmüş,
ne bir kulak duymuş, ne de bir kimsenin
hatır
ve hayalinden geçmiştir.”[6]
1888.
İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem
şöyle buyurdu:
“Ben
cehennemden en son çıkacak (veya cennete
en
son girecek) kimseyi biliyorum. O adam
cehennemden
emekleye emekleye çıkar. Allah
Teâlâ
ona:
–
Haydi git, cennete gir, buyurur. Adam cennete
gider,
fakat ona cennet doluymuş gibi gelir. Geri
dönüp
Allah Teâlâ’ya:
–
Yâ Rabbî! Cennet ağzına kadar dolmuş! der.
Allah
Teâlâ ona:
–
Git, cennete gir, buyurur. Tekrar oraya gider,
yine
cennetin dolu olduğunu zanneder. Bir daha
geri
dönüp Allah Teâlâ’ya:
–
Yâ Rabbî! Orası dopdolu! der. Allah Teâlâ ona
yine:
–
Git, cennete gir, orada senin dünya kadar ve
dünyanın
on misli (veya dünyanın on misli
büyüklüğünde)
yerin var, buyurur. O Adam:
–
Yâ Rabbî! Sen kâinâtın hükümdarı olduğun halde
benimle
alay mı ediyorsun? (veya benim halime mi
gülüyorsun?)
der.”
Hadisin
râvisi İbni Mes’ûd şöyle dedi: Resûlullah
sallallahu
aleyhi ve sellem’in gerideki dişleri
belirinceye
kadar tebessüm ettiğini gördüm. Sonra
şöyle
buyurdu:
“İşte
cennetliklerin en aşağı seviyesinde bulunan
adamın
derecesi budur.”[7]
1889.
Ebû Mûsâ el–Eş'arî radıyallahu anh’den
rivayet
edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu
aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
“Şüphesiz
mü’min için cennette, altmış mil
yükseklikte
içi boş inciden yapılma bir çadır vardır.
Orada
mü’minin gidip ziyaret ettiği aileleri vardır.
Fakat
bu aileler birbirlerini görmezler.”[8]
1890.
Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den
rivayet
edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu
aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennette
öyle bir ağaç vardır ki, idmanlı bir ata
binmiş
olan kimse onun bir ucundan diğerine yüz
senede
varamaz.”[9]
1891.
Yine Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den
rivayet
edildiğine göre Resûl–i Ekrem sallallahu
aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennetlikler,
kendilerinden yüksekteki köşklerde
oturanları,
aralarındaki derece farkı sebebiyle, sizin
sabaha
karşı doğu veya batı tarafında, gökyüzünün
uzak
bir noktasında batmak üzere olan parlak ve iri
bir
yıldızı gördüğünüz gibi göreceklerdir.” Bunun
üzerine
ashâb–ı kirâm:
–
Yâ Resûlallah! O yerler, peygamberlere ait ve
başkalarının
ulaşamayacağı köşkler olmalıdır,
dediler.
Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:
–
“Evet, öyledir. Canımı kudretiyle elinde tutan
Allah’a
yemin ederim ki, o yerler, Allah’a iman
edip
peygamberlere bütün benlikleriyle inanan
kimselerin
de yurtlarıdır.”[10]
1892.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine
göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem
şöyle buyurdu:
“Cennette
yay kadar bir yer, üzerine güneşin doğup
battığı
her şeyden daha hayırlıdır.”[11]
1893.
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine
göre
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle
buyurdu:
“Cennette,
cennetliklerin her hafta gittikleri bir
çarşı
vardır. Orada, yüzlerine ve elbiselerine cennet
kokuları
üfleyen bir kuzey rüzgârı eser ve böylece
güzellikleri
daha da artar. Eskisinden daha güzel ve
yakışıklı
olarak eşlerinin yanına döndükleri zaman,
aileleri
onlara:
–
Vallahi güzelliğinize güzellik katılmış, derler.
Onlar
da:
–
Vallahi yanınızdan ayrılalı beri siz de daha bir
güzel
olmuşsunuz, derler.”[12]
1894.
Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine
göre Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem
şöyle buyurdu:
“Cennetlikler,
yükseklerdeki köşkleri, sizin
gökyüzündeki
yıldıza baktığınız gibi
seyredeceklerdir.”[13]
1895.
Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh şöyle dedi:
Bir
gün, Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve
sellem’in
cenneti geniş bir şekilde anlattığı bir
sohbetinde
bulundum. Sözünün sonunda şöyle
buyurdu:
“Orada
hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın
duymadığı,
hiç kimsenin hatırından bile
geçirmediği
nimetler vardır.” Sonra da şu âyeti
okudu:
“Korkuyla
ve umutla Rablerine yalvarmak üzere
ibadet
ettikleri için vücutları yataklardan uzak kalır
ve
kendilerine verdiğimiz rızıktan da başkalarına
harcarlar.
Yaptıklarına karşılık olarak onlar için ne
mutluluklar
saklandığını hiç kimse bilemez”
(Secde:
32/16–17)[14]
1896.
Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre radıyallahu
anhümâ’dan
rivayet edildiğine göre Resûlullah
sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennetlikler
cennete girince bir kimse şöyle
seslenir:
Siz cennette ebediyyen yaşayacak, hiç
ölmeyeceksiniz;
hep sağlıklı olacak, hiç
hastalanmayacaksınız;
hep genç kalacak, hiç
yaşlanmayacaksınız;
hep nimet ve mutluluk içinde
yaşayacak,
hiç keder ve sıkıntı çekmeyeceksiniz.”
[15]
1897.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem
şöyle buyurdu:
“Sizden
cennetin en aşağı derecesinde olan birine
(Allah
Teâlâ veya bir meleği):
–
Ne dilersen dile, diyecek. O da bütün dileklerini
söyleyecek.
Kendisine, kalbinden geçenlerin
hepsini
diledin mi? diye soracak. O da:
–
Evet, diledim, diyecek. Bunun üzerine o kimseye:
–
Bütün dileklerin bir misli fazlasıyla sana
verilecektir,
diyecek.”[16]
1898.
Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den
rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi
ve
sellem şöyle buyurdu:
“Allah
Teâlâ cennetliklere:
–
Ey cennet sâkinleri! diye seslenir. Onlar da:
–
Buyur Rabbimiz! Emret! Bütün hayır ve iyilikler
senin
elindedir, derler. Allah Teâlâ:
–
Halinizden memnun musunuz? diye sorar. Onlar:
–
Nasıl razı olmayalım, Rabbimiz. Sen bize, hiç
kimseye
vermediğin bunca nimetler ihsan ettin,
derler.
Allah Teâlâ:
–
Size bunlardan daha değerlisini vereyim mi?
buyurur.
Cennetlikler:
– Bunlardan
daha değerlisi ne olabilir, Rabbimiz!
derler.
Bunun üzerine Cenâb–ı Hak:
–
Üzerinize rızâmı indiriyorum; bundan sonra size
hiç
gazap etmeyeceğim, buyurur.”[17]
1899.
Cerîr İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle
dedi:
Bir
gece Resûlullah’ın yanında bulunuyorduk. On
dördüncü
gecesindeki aya baktıktan sonra şöyle
buyurdu:
“Şu
ayı hiç bir sıkıntı çekmeden gördüğünüz gibi
Rabbinizi
de ayan beyan göreceksiniz.”[18]
1900.
Suheyb radıyallahu anh’den rivayet
edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem
şöyle buyurdu:
“Cennetlikler
cennete girince Allah Teâlâ onlara:
–
Size vermemi istediğiniz bir şey var mı? diye
soracak.
Onlar:
–
Yâ Rabbî! Yüzlerimizi ak etmedin mi? Bizi
cennete
koyup cehennemden kurtarmadın mı, daha
ne
isteyelim, diyecekler.
İşte
o zaman Allah Teâlâ perdeyi kaldıracak.
Onlara
verilen en güzel ve en değerli şey Rablerine
bakmak
olacaktır.”[19]
Nevevi
elimizdeki Riyazu’s-Salihin kitabını
Allah’a
hamdini ifade eden iki ayet ve bir dua ile
bitirmektedir.
“Ama
iman edip de yararlı işler yapanlara gelince;
Rableri
imanlarından dolayı onları doğru yola
eriştirmektedir.
Ahirette ise nimet dolu cennetlerde
bulunacaklar
ve onların konaklarının altlarından
ırmaklar
akmaktadır. Onlar, orada mutluluk
makamında
olup: “Ey Allah’ım! Sınırsız kudret ve
izzetinle
sen ne yücesin, seni her türlü
noksanlardan
tenzih ederiz” diye dua ederler.
Orada,
onların selamlaşmaları “selam olsun”
şeklinde
olacaktır. Dua ve niyazlarının sonu ise;
“Eksiksiz
bütün övgüler alemlerin Rabbi olan
Allah’a
mahsustur” derler.” (Yunus: 10/9-10 )
“Mü’minler
cennete girmezden önce, onların
benliklerinde
takılıp kalmış olabilecek düşünce ya
da
duygu türünden uygun olmayan ne varsa hepsini
silip
atacağız. Onların önlerinde dereler ve ırmaklar
çağıldayacak
ve onlar “Eksiksiz bütün övgüler bizi
bu
bahtiyarlığa eriştiren Allah’a yakışır. Çünkü o
bize
yol göstermeseydi, biz asla doğru yolu
bulamazdık!
Ve Rabbimizin elçileri bize gerçekten
doğru
söylemişler” diyecekler. Ve bir ses: “İşte
geçmişte
edip-eyledikleriniz sayesinde
kazandığınız
cennet bu” diye seslenecek.” (Araf:
7/43)
Allahım
İbrahime ve onun âline rahmet ettiğin gibi
kulun
ve ümmî peygamber olan Rasûlün
Muhammed
(s.a.v.)’e onun hanımlarına ve
zürriyetine
hayır ve rahmetini esirgeme. İbrahim ve
O’nun
âline hayır ve bereket lutfettiğin gibi kulun
ve
ümmi peygamber olan Rasûlün Muhammed
(s.a.v.)’e
ve O’nun hanımlarına ve zürriyetine de
hayır
ve bereket ihsan eyle, şüphesiz sen övülmeye
layık
ve yücelerin yücesisin.
Bu
eseri H. 670 yılı Ramazanı 14. pazartesi günü
Dımaşk’ta
bitirdim.
[1]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 553.
[2]
Müslim, Cennet 18. Ayrıca bk. Buhârî, Bed'ü'l–halk 8, Enbiyâ 1.
Bir
benzeri 708’de geçmişti. 1889 ve 1898 arası benzeri hadislerdir.
[3]
Buhârî, Bed'ü'l–halk 8, Tefsîru sûre (32), 1, Tevhîd 35; Müslim, Cennet 2–5.
Ayrıca bk. Tirmizî,
Tefsîru’l–Kur’ân
33, 57; İbni Mâce, Zühd 39.
[4]
Buhârî, Bed'ü'l–halk 8, Enbiyâ 1; Müslim, Cennet 15. Ayrıca bk. Tirmizî,
Kıyâmet 60, Cennet 5;
İbni
Mâce, Zühd 39.
[5]
Buhârî, Bed'ü'l–halk 8, Enbiyâ 1; Müslim, Cennet 17.
[6]
Müslim, Îmân 312.
[7]
Buhârî, Rikak 51, Tevhîd 36; Müslim, Îmân 308. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 39.
[8]
Buhârî, Bed'ü'l–halk 8, Tefsîru sûre (55) 2; Müslim, Cennet 23–25. Ayrıca bk.
Tirmizî, Cennet 3.
[9]
Buhârî, Rikak 51; Müslim, Cennet 8.
[10]
Buhârî, Bed'ü'l–halk 8; Müslim, Cennet 11.
[11]
Buhârî, Cihâd 5, 6, Bed'ü'l–halk 8, Rikak 51; (Hadisi Müslim rivayet
etmemiştir). Ayrıca bk.
Tirmizî,
Fezâilü’l–cihâd 17.
[12]
Müslim, Cennet 13.
[13]
Buhârî, Rikak 51.
[14]
Müslim, Cennet 5.
[15]
Müslim, Cennet 22. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru’l–Kur’ân 41.
[16]
Müslim, Îmân 301. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 315.
[17]
Buhârî, Rikak 51, Tevhîd 38; Müslim, Cennet 9. Ayrıca bk. Tirmizî, Cennet 18.
[18]
Buhârî, Mevâkîtü’s–salât 16, Tefsîru sûre (50), 2, Tevhîd 24; Müslim, Mesâcid
211. Ayrıca bk.
Ebû
Dâvûd, Sünnet 19; Tirmizî, Cennet 16; İbni Mâce, Mukaddime 13.
[19]
Müslim, Îmân 297. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru’l–Kur’ân 11.
[20]
Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 558.
Kaynak:
Riyazü-s Salihîn
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
https://www.youtube.com/watch?v=vdHp4bhZ8Y8
-
NAAT Seccaden kumlardı... Devirlerden, diyarlardan Gelip göklerde buluşan Ezanların vardı! Mescit mü’min, minber mü’min... T...
-
SURELERİN FAZİLETİ HAKKINDA HADÎS-İ ŞERİFLER Levh-i Mahfuz’a ilk yazılan, BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM’dir. Eve girerken Besmele çekilirse, ...
-
Hârûn Reşîd hacca gitti. Dönüşünde bir müddet Kûfe'de istirahat etti. Sonra yola çıkacağı zaman herkes kendisini yolcu etmek için soka...